Paşa Çiftliği’ndeki metro istasyonunda gördüm onu. İstasyonun kalabalık bir anında oturmuş
dalgın dalgın önünden geçenleri izliyordu. Neredeyse ben bile tanımayacaktım, zamanında
sevdamızın 58’deki Çarşı yangınından bile beter olduğu eski aşkım Bursa’ydı o. Korka korka
oturdum yanına.
“Sadakatsizliğin bu derecesine ne denir bilemiyorum” diye başladı sözlerine. “Tabi beyimiz
havalandı, teknoloji ile yatıp kalkıyor şimdi. Amerikalarda kitapları basılıyor adamın, bugün de bir
plakete adı yazılıp duvara mı asılacakmış ne… Yahu ben senin, ‘Benim Bursalarım’ diye bana
kitaplar yazdığın zamanı bilirim be… Ben senin ODTÜ’yü bırakmak zorunda kalıp, koşa koşa gelip
bana sarıldığın günleri, şimdi kimsenin hatırlamadığı Yeni Sinema’nın karşısındaki çorbacıda ucuz
domates çorbası içtiğin geceleri, adında Yıldız olan çalgılı bir yerde gitar çaldığını, Akademi’ye
kayıt olduğunu filan unutur muyum hiç… Sakın şimdi kalkıp bana nereye gidiyorsun diye sorma,
sorma çünkü Batı’ya gittiğimi biliyorsun. Bazı istisnalar dışında şehirler hep Batı’ya giderler.
Sağda solda bana yetişemediğini, benim Kafka’nın öyküsündeki Gregor Samsa gibi metamorfoza
uğradığımı söylüyormuşsun utanmadan. Bu noktadan sonrası ‘Yeni Bursa’ olmuşmuş filan…”
Hiç sesimi çıkarmadan, aklımdan kentin Cumhuriyet döneminde, 1960’a kadar aynı Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın ‘yekpare Bursa’sı’ gibi tek parça, içine kapalı sessiz bir şehir olarak kaldığını
ama Çarşı Yangını ve Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulmasından sonra ‘Benim Bursalarım’ adına
uygun bir şekilde çoğaldığını geçirdim. Şehir öyle büyümüştü ki, nüfusunu bile bilmiyordum artık.
Ne olursa olsun, eski sevgilimdi o benim. Gözlerinin içine baktım.
“Vefasızsın” dedi ve ekledi, “ Ayrıca tuhafsın. Dilek Sineması’nın karşısında Şaban’da herkes tost
yediğini, boza içtiğini anlatıyor ama senin aklın orada içtiğin elma suyunda. Herkes karnını
doyurmak için enflasyonla boğuşurken, sen Heykel önünde iyi yemek yenecek pek yer
kalmadığından söz ediyorsun. Bir ara da benim için, ‘Bir kent ne kadar çok yazılır çizilirse, dünya
onu o kadar tanır’ derdin. Sen Bursa’da ne kadar Bursalı kaldığının farkında mısın, sen önce
Bursa’da oturanlara Bursa’yı tanıt!”
Haklıydı, Tayyare Sineması önünde kebap kuyruğunda bekleyen yerli turistlerin bile Bursa’yı
tanımaya niyetleri yoktu. Kimin işiydi şimdi eski İngiliz Kraliçesi’nin Koza Han’ı ziyaret etmesinin,
Koza Han’ın Amerika kıtasının keşfinden bile önce olması ile ilişkisini düşünmek…
Neden sürekli karşıdaki Mudanya tren istasyonuna doğru bakıyorsun diye sormadım. Biliyorum
sorsam, bunca yıl bu şehri ülkeye bağlayan bir tren yolu bile yapamadınız diye azarlayacaktı
beni. Ama söylediği son sözler gerçekten bombaydı, “Bilir misin bizde yok ama yabancıların bir
atasözü var, adamlar, ‘Birinin ölüsü, diğerinin ekmeğidir’ derler. Deli Ayten’in ölümü konusunda
yazdığın birkaç satır yazı ile yazıdan para kazanmaya başladığını söylesem bugün kim inanır…”
Bunu da söyledikten sonra, hızla üstünde “Üniversite” yazan metroya binip gitti. Bana da Çarşı
Yangınını bile kıskandıran aşkımızdan anılar kaldı.