Ekimin yedisinden bu güne bir ateş topuydu Gazze. Kan, ter, gözyaşı ve en önemlisi
gökten inen bombalarla yağan ölüm, insanları bir kapanın içinde oradan oraya
kaçan çaresiz, kaderinin ne zaman vuracağını bilmeyerek bekleyen zavallılara
dönüştürmüştü. Ahmed o gece annesi, babası ve üç kardeşi ile sığındıkları bir evde;
üç yıl önce dedesi ölmeden verdiği parayla onbeşinci yaşının doğum gününde,
satın aldığı cep telefonunun takvimine boş boş bakarken, aradan bir ayın geçtiğini
ve tarihin artık Kasım ayının yedisi olduğunu gördü. Bir aydan beri bombaların
altındaydılar. Bir aydan beri bomba seslerinin, bulundukları yere yaklaşıp
yaklaşmadığını düşüne düşüne uyumaya çalışıyorlar, ancak uykusuzluktan iyice
yorulunca sızıp kalıyorlardı. Korku, dönüp dolaşıp gelip insanın beynine, “uyursan
buraya bomba düşer” gibi saçma sapan bir düşünceyi yerleştiriyordu.
Üstlerindeki başlarındaki elbiseler iyice kirlenmiş, ellerinde bulunan yiyecekler
tükenmeye başlamış, fırınlar bombalanmış, su bulmak ise çok büyük bir dert olup
çıkmıştı. O gün bir apartmanın yıkıntıları arasından kurtarmaya çalıştıkları küçük bir
çocuğun tozlu yüzü ve onun annesinin çığlıkları aklına takılıydı Ahmed’in. Ne kadar
uyumaya kendini zorlasa, o çocuğun tozlu yüzü gözlerinin önünden geçmeye
başlıyordu.
Sonra ne olduğunu doğru dürüst hatırlamıyordu Ahmed. Galiba o çocuğun tozlu
yüzü gözünün önünde dolaşırken, bulundukları yere bir bomba düşmüş ve annesi,
babası ile kardeşleri paramparça olmuşlar; en küçük kardeşi ise yıkıntının,
molozların altından bile çıkarılamamıştı. Tek bildiği elindeki cep telefonunun 2023
yılının 10 Kasım tarihini gösterdiğiydi. Bombadan sonrası boşluk gibiydi Ahmed’in
belleğinde. Annesi, babası, kardeşleri silinmişti beyninden sanki. Biraz yıkıntının
altından çıkaramadıkları kardeşi için ağladığını hatırlıyordu o kadar. Kasımın yedisi
ile onu arası tümüyle silinmişti sanki onda. Durmadan cep telefonunun takvimine
bakıp, ne yaptığını bilmeden ortalıkta dolaşıyordu.
İnsanlar sokakta toplanmış güneye doğru yürümeye başlamışlardı. Birileri onu da
oturduğu yerden kaldırıp, onlarla birlikte yürüyüşe katılmasını istediler. Kuzeye
bomba atılmayacakmış güya. Yaşlı bir kadının elindeki eşyaları taşıması için ona
verdiler. Gazze’de kuzeyden güneye evsiz barksız, aç sefil, paramparça olmuş bir
halde yüzlerce, binlerce kişi birkaç parça eşya ile yürümeye başladı sonra.
Hastanelerini tanklarla sarılı, çocuk, kadın ve yetişkin cesetlerini moloz yığınlarının

altında bırakmak zorunda kalmış, yorgun, bitkin yürüyorlardı. Neredeyse
yetmişbeş yıldan beri süren bu çatışmayı, bu acıyı sözcüklerle anlatmak mümkün
değildi. Acı onların yüreklerinden, gözlerinden aka aka gidiyorlardı. Kulaklarına
sinmiş bomba seslerini, gömemedikleri ölülerini, açlığı, susuzluğu, kimsesizliği ve
çaresizliği az da olsa unutmak için gidiyorlardı. Toplu olarak çarptırıldıkları cezanın
nedenini bilmeden yürüyorlardı.
Tüm ailesini kaybetmiş olan 18 yaşındaki Ahmed kafileye katılmış giderken, birden
yanında yürüyen yaşlı kadına bağıra çağıra, “Dedem Yusuf, dedem Yusuf” demiş
sonra susmuştu. Yaşlı kadın yanındaki bir başka kadına, “Bu genç biraz tuhaf,
baksana bağıra çağıra dedesini sayıklıyor” dedi. Bir kilometre kadar yürüdükten
sonra yaşlı kadın, “Ben artık yürüyemem, beni bırakın burada” deyince de
Ahmed’in elinden kadının eşyalarını alıp, onu bir at arabasına yerleştirdiler.
Ahmed ise, bu kez daha da yalnız mırıldanarak kendi kendine konuşmaya başladı
ve bir süre öyle yürüdü:
“Dedem Yusuf 1934 yılının Ağustos ayında, geçtiğimiz Ashdod şehrinde bir köyde
doğmuş. Eskiden Asdod derlermiş. Yaşasaydı kaç yaşında olacaktı dedem, 2020’de
öldü. Dedem anlatırdı güya yüz yıllar önce bizimkiler onlardan Ahit Sandıklarını
Ashdod’da almışlar. Burada ortaokula gitmiş dedem. Dedemin ailesi ticaretle
uğraşır ve dedem her zaman yardım etmeyi severmiş. Buralar da o zamanlar geniş
zeytin, narenciye ve incir ağaçlarıyla dolu cennet gibi topraklar varmış. Bombalar o
zaman da var mıymış bilemedim şimdi. Hasat mevsimlerinde ürünlerini
topladıklarında, bu ürünleri satmak için Yafa’ya giderlermiş. Yafa portakalı çok
güzeldir derdi dedem. Dedem Yusuf’un zeytin ağaçlarının altında çekilmiş bir
fotoğrafı asılıydı bizim evde. Dedem her zaman o zamanların güzel olduğunu ve
Filistinlilerle dolu Ashdod’un sokaklarının ve yollarının çok güzel olduğunu, hatta
bir tren istasyonu, sineması ve havaalanı olduğunu anlatırdı. Ürünlerini sattıktan
sonra doğru sinemaya gidermiş dedem”.
Ara sıra mırıldanmayı bırakıp, yüksek sesle anlattığı için sağdan soldan yürüyenler,
“Sus be Ahmed, sırası mı şimdi bunların” deseler de anlatıyordu Ahmed. Yanında
yürüyenlerden biri, “Anlat be Ahmed, dök içini, dinleyen olur olmaz bu onların
bileceği iş. Bak ben dinliyorum seni” de diyordu bazen. Ahmed ise yürüyüş
temposunu hiç bozmadan, bazen göğe bakarak anlatmayı sürdürüyordu sağına,
soluna bakmadan:

“O zaman da Yahudi milislerden oluşan ‘Haganah’ adlı vahşi çeteler varmış. Bu
çeteler bomba atar, saldırılar düzenler ve evlere, köylere ve sakinlere silahlı
saldırılar yapıp aileleri korkutmaya ve topraklarından kovmaya çalışırlarmış.
Haganah ‘Savunma’ demek, Google’a bakmıştım. ‘Yahudi yerleşimlerini korumak
amacıyla kurulan ve 1920–48 yılları arasında faaliyeti gösteren Yahudi paramiliter
örgüt’ diyordu Google. Dedem Yusuf anlatırdı, yerel sivil halk, kendilerini
savunmak için eski silahlar bulundurur ve bu silahları kullanarak çetelere karşı
koymaya çalışırmış. Mısır ordusu, bu sivil aileleri Yahudi çetelerin saldırılarından
korumak için bu bölgeye gelmiş, askeri ve güvenlik noktaları oluşturmuş. Sonra
bizimkiler de dahil olmak üzere, kendilerini savunmak için kullandıkları silahları
teslim etmelerini istemişler. Kaos olmaması, tehlikeli bir durum olmaması için
demişler”.
“İyi ki kaos olmamış” dedi adamın biri ve ekledi, “Neredeyse yüz yıldır kaos
içindeyiz”. Ahmed hiç onu dinlemeden sürdürdü konuşmasını:
“Mısır ordusu saldırılar kötüleşince, bu aileleri topraklarından uzaklaştırarak
durumu sakinleştirmek amacıyla onları başka yerlere taşımayı kararlaştırmış.
Bizimkilere, Mısır ordusu Yahudi çeteleri yenene kadar beklemeleri söylenmiş.
Aileler, bu yolculuklarının kısa olacağını, evlerine kısa bir sürede içinde
döneceklerini düşündükleri için altın, para ve diğer değerli eşyalarını gömmeye
başlamışlar. Bazıları yanlarına battaniye ve yiyecek de almış, dedem, 2 yaşındaki
kız kardeşini taşımada annesine yardım etmiş. Mısır ordusu, bu bölgelerdeki
insanları Gazze’ye kadar çektikten sonra onlar yolculuklarının ‘kısa’ olmadığını
anlamışlar. Şimdi inanmayacaksınız ama sonunda Mısır ordusu geri çekilmiş ve
bakın sihirbazın şapkasından ne çıkmış. İnsanlar başka insanların topraklarında
sığınmacılar haline gelmiş.”
“Ben hiç Mısır ordusunu duymamıştım, demek onlar da bu işin içinde” dedi bir
genç. “Sen daha neler duyarsın” dedi ona yanındaki babası. Yanlarındakiler de
başları ile babayı onayladılar. Sonra takılmış bir plak gibi aynı sözleri tekrarlamaya
başladı Ahmed, “Yolculuk kısa değil, yolculuk kısa değil, yolculuk kısa değil…”
Yürüyenlerden yaşlı biri, “Be Ahmed 1948’e geldin takıldın. Bakalım ne diyeceksin,
bu yolculuğumuz da kısa mı yoksa uzun mu olacak? Acaba güneye vardığımızda
sonumuz ne olacak?” diyerek oflaya puflaya yürümeyi sürdürdü. Başka birisi de
geçen at arabasından, “Bırakın genci anlatıp içini döksün, kime ne zararı var ki?”
diyordu.

Ahmed’in çevresi ile ilgilenmeye onları cevaplamaya hiç niyeti yoktu. Sanki bir
başka alemdeymiş gibi anlattıklarına öylesine odaklanmıştı ki, kendinden geçmiş
bir şekilde anlatmaya devam ediyordu:
“İnsanlar başka insanların topraklarında sığınmacılar haline gelmiş demiştim.
Dedem, bu trajik durumdan sonra Gazze’deki mülteci okullarında eğitimine devam
etmiş. Dedem mülteci olduktan sonra bile eğitimini sürdürmüş. Dedem çok zeki
olduğu için ortaokulu bitirdikten sonra Gazze’deki mülteci okullarında öğretmen
olmaya çalışmış. Liseyi bitirmiş ve yıllar geçse de dedem hala öğretmen olmaya
çalışmış. Ondan sonra Kuveyt’ten bir burs almış ve ilkokul ve ortaokul düzeyinde
öğretmen olmak için birkaç arkadaşıyla birlikte 1960 yılında Mısır üzerinden
Kuveyt’e gitmiş.
Ancak 1967 yılında İsrail saldırısı Gazze, Batı Şeria, Sina ve Golan’a karşı başlayınca,
dedem ailesini görmek ve geri dönmek istese de, 14 yıl boyunca dönememiş.
Sonunda kısa vadeli vize alarak geri dönmelerine izin verilmiş. Dedem Yusuf,
Filistin’e döndüğünde, her şeyin farklı olduğunu anlamış. Şehir sınırlarının
kenarlarında ailesini ve diğer insanları saldırgan yerleşimcilerin saldırılarına karşı
korumak için nöbet tuttuklarını anlatırdı bize. İsrail acımasızca saldırdığı
dönemlerde hava saldırılarına ve masum sivillere bomba atmaya devam etmiş ve
dedem ile arkadaşları bu vahşi saldırılardan korunmak için siperler kazmışlar”.
O sırada yanındakilerden bir Ahmed’i kolundan tutup yolun kenarına oturttu.
“Dinlen biraz hele. Nefessiz kaldın bak, sonra bu hikaye kolay bitecek bir hikaye
değil, kimbilir bizim bu yürüyüş nasıl bitecek? Allah saklasın, aklını yitirirsin sonra.
Bırak böyle yüksek sesle hem anlatıp hem yürümeyi” dedi.
Ahmed nefeslendi, sanki sakinleşmiş gibiydi. Tam yeniden kafile yola koyulacakken
birden güneye doğru yürüyenlerin yanından ayrılıp ters yöne, kuzeye doğru
koşmaya başladı. Geriye doğru bakanlar onun, “Dedem Yusuf beni Gazze’ye
çağırıyor şimdi” diye yüksek sesle bağırıp deli gibi koştuğunu gördüler. Birileri,
tutun şunu filan dese de Ahmed hızla gözden kayboldu. 1948 yılına nasıl geldiğini
soran yaşlı adam da geriye dönüp ona bakarak, “Anlaşıldı onun yolculuğu kısa
olacak galiba. İnşallah bulur dedesi Yusuf’u” dedi. Kafile ise, hızla şaşkınlığını
atlatıp ağır ağır yeniden yürümeye başladı. “Ömür biter, yol bitmez” dedi
adamlardan biri ve ekledi, “Allah hepimizin aklını korusun.”