Dün gece teyzeme annem ile babamın nerede olduğunu sordum. Geleceklermiş…
Geleceklerse neden gelmiyorlardı? Annem bizi teyzeme bırakıp gitmişti, “Annemi
özledim ama” desem de dinleyen yoktu ve biz gece gündüz oradan oraya büyük
çocuklarla teyzemin sırtında taşıdıkları sırt çantaları ile dolaşıp duruyorduk.
Teyzem ve onun büyük oğlu Hıdır Hüseyin, bunun bir oyun olduğunu söylüyordu.
Saklambaç gibi bir oyunmuş bu. Ebelenmemek için sürekli oradan oraya kaçarmış
gibi yapıyormuşuz. Hıdır Hüseyin, üzüldüğümü anlamış gibi bana renkli bilyelerinde
iki tane verdi, bunlar onun uğurlu bilyeleriymiş; başka çocuklara bilyelerini
gösterme dedi bana.
Teyzem sürekli makarna yapıyor ve bir de benim çok su içmeme kızıyor. Çok su
içsem ne olur ki… Geceleri elektrik olmaması da oynadığımız o saklambaç oyunu
nedeniyleymiş. Oradan oraya giderken kimse bizi görmesin diye elektrikleri
yakmıyorlarmış.
Oradan oraya koşarken gördüğüm yıkık evleri kimin yıktığını sordum, teyzem yine,
işaret dili ile “Oyun için” dedi. Su istersem kızar diye sesimi çıkarmadım ama
sonunda nereye gideceğimizi düşünmeye başladım. Kulaklarımın duymadığını
bana el işaretleri ile anlatıp, benimle dalga geçen teyzemin büyük kızı Meryem’i ise
hiç sevmiyorum. Beni gösterip diğer çocuklara, “Sağır Seher” dediğini, duymasam
bile anlıyordum.
Teyzeme “Gazze ne demek?” diye sordum, “güçlü kale” demekmiş. Oynadığımız
saklambaç benzeri oyunda da kim güçlü kaleyi bulursa, oyunu o kazanırmış. Ben
annemden bu oyunu hiç duymamıştım. Cebimde taşıdığım iki renkli bilye benim
için yeterdi, benim oyunu kazanmakla işim yoktu ama annemin dönmesini
istiyordum.
Dün gece bir evin üçüncü katında kaldık. Uzaktan deniz bile görünüyordu. Hava da
çok kötüydü, hep şimşekler çaktı. Gök gürültüsü sesinin nasıl olduğunu Hıdır
Hüseyin’e sordum, işaretlerle bana saçma sapan hareketler yaptı. Ne demek
istediğini ve sesin nasıl olduğunu hiç anlamadım. Zaten dün hava akşamüstünden
başlayarak kapkaranlık olmuştu, gecenin zifir karanlığında şimşekleri gördüm hep,
ama gökyüzünde ve yerde şimşek gibi başka bir şeyler de oluyordu sanki. Teyzeme

sordum, “Onlar senin havai fişeklerin” dedi bana. Güya bugünlerde çok düğün
olduğu için durmadan havai fişek atıyorlarmış. Saklambaç oyununda havai fişek
olur muydu hiç? Üstelik benim bildiğim havai fişekler renkli olurdu. Havai fişeklerin
arkasında duman olmadığı aklıma geldi sonra. Meryem’e göre bunlar dumanlı
havai fişeklerdi. Bana bunu anlattıktan sonra teyzemle birbirlerine bakıp güldüler.
Ben de teyzeme yarın makarna yemeyeceğimi söyledim.
Sabah o evden hep birlite çıkıp başka bir tarafa giderken, ayağımın altındaki
toprağın aniden sarsıldığını hissettim. Bir anda ortalık toz duman oldu ve teyzem
beni ve çocukları oradan hızla kaçırdı. Az daha Hıdır Hüseyini çöken bir duvarın
altında kalıyordu.
Sonra hep birlikte, bir hastane bahçesine vardık. Orada bunun bir oyun olmadığını
sedyelerdeki yaralı çocuklardan anladım. Ben sedyelere bakarken, teyzem beni
yine kandırıp oradan uzaklaştırarak, “Oyun işte bunlar da yaralı rolü yapıyorlar,
yüzlerine kan diye boya sürmüşler” dedi.
Bu oyun filan değildi, Hıdır Hüseyin’e bilyelerini geri verdim. Annemin de ölmüş
olabileceğini, beni kandırdıklarını düşünmeye başladım. Annem için dua
etmeliydim, bir daha o kırmızı havai fişekleri görmemek için de gözlerimi
kapatacaktım.
Teyzeme annemin onda bir fotoğrafı olup olmadığını sormalıydım.

10 Ekim 2023