İLK TANIŞMA

Yıl 1972. Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi ikinci yılında eylülde açıldı. Babam, bir gün
öncesinden, “Bak akademiye yeni başlıyorsun, giderken üzerine düzgün kıyafetler giyip de öyle git,
kravat takmayı da unutma” dedi. Ben de öyle yaptım ve ertesi gün takım elbisemi giyip, kravatımı
takıp öylece akademinin yolunu tuttum. Akademi, Altıparmak Caddesi’nde 1950-55 yıllarında
Belediye Reisi Haşim İşcan döneminde yapılmış büyük bir binaydı. Daha önce pek çok öğretim
kurumuna hizmet etmiş ve şimdide akademi olarak bizlere hizmet veriyordu. Bu arada Akademinin
yarısında, okulları bakımda olan Altıparmak İlk Okulunun öğrencileri de eğitim görüyordu.
Her neyse, Akademinin ana kapısından içeriye girdim, içerisi oldukça kalabalıktı. birinci sınıfın
nerede olduğunu sorduğumda bana, ileride birkaç basamakla inildikten sonra içeriye girilen büyük
salonu işaret ettiler. Salon kapısının önüne geldiğimde, salonun içerisinin hıncahınç dolu olduğunu
gördüm. Üstüne üstlük, içeride sigara içmenin serbest olması nedeniyle birinci sınıf salonu duman
altı olmuştu. Oradakilerden birine, kantin ya da çay ocağı olup olmadığını sordum. Bana bahçedeki
tek katlı yapıyı gösterdiler. İçerisi hayli kalabalıktı. Sağ tarafa baktığımda, orada bulunan masada üç
dört kişi gülüşerek sohbet ediyorlardı. Muhtemelen kantinde bulunan diğer öğrenciler gibi onlar da
salonda oturacak yer bulamadıkları için kantinde zaman öldürüyorlardı. Bir iskemlenin boş
olduğunu gördüm ve hiç tereddüt etmeden onlara doğru yönelip sandalyenin boş olup olmadığını
sordum, onlar da oturabileceğimi söylediler. Hemen yanlarına iliştim. Aralarında bir tek benim
üzerimde takım elbise vardı, diğerleri serbest bir tarzda giyinmişlerdi. Bu arada hepimiz uzun
saçlıydık, öyle ya da böyle. Ama içlerinden biri biraz daha farklıydı, farkı da üzerinde hippilerin
giydiği kolsuz deri bir yelek vardı. O an, ister inanın ister inanmayın, “işe aradığım kişi” diye
aklımdan geçirdim. İçeri giren bir öğrenci, birini sınıf salonunda içeride ayakta duracak tek bir yerin
bile olmadığını söyledi. Bir birbirimize bakıştık, “hadi o zaman Özgen’e gidiyoruz” dedi Necmi.
Ertesi günü Akademiye giderken benim de üzerimde serbest kıyafetler vardı.

DOLMA

Annem akşam yemeğine çok sevdiğim yalancı biber dolması yapmıştı. Hepimiz afiyetle yedik.
Ancak benim içim rahat etmemişti, evet dolma çok güzel olmuştu ve ben yemiştim ancak beni
tedirgin eden bir şeyler vardı içimde. Aklımda Necmi arkadaşım vardı ve biliyordum ki o şimdi
Heykel Önü’nden aşağıya doğru giden İnönü Caddesi’nin sağ tarafında kalan bir pavyonda gitar
çalıyordu. Hem Akademide okuyor hem de eve ekmek parası götürüyordu arkadaşım. Anneme,
“bu dolmalardan 3 tane koyar mısın, arkadaşım Necmi’ye götüreceğim. Ekmek de koymayı
unutma” dedim. Annem beş dakika sonra, “istediklerini plastik saklama kabına koydum. Ayrıca
yarım limon ve kağıda sarılı bir parça tuz da. Naylon torba içinde mutfak tezgahının üzerinde,
alabilirsin” dedi.
Beş dakika sonra evden çıkmıştım. Çekirge’den dolmuşa binip Heykel Önü’nde indim. Üst geçitten
geçip İnönü Caddesi’ne doğru yöneldim. Sağ taraftan aşağıya doğru inip pavyonun önüne geldim.
Kapıda kafasında şapkası ile bir görevli duruyordu. İçeriye doğru hamle yapınca, “nereye gidiyorsun

hemşerim” dedi. Ben, “içeride bir arkadaşım var, gitar çalıyor, ona yemek getirdim” dedim. “Peki
gir o zaman” dedi kapıdaki şapkalı adam. Yavaşça, aşağıya doğru biraz dik olan merdivenlerden
indim ve birden vestiyerde eğilmiş kitap okuyan arkadaşım Necmi’yi gördüm. Okuduğu Vural
Savaş’ın İktisat kitabıydı. “Necmi” dedim. Başını kaldırıp bana baktı ve hoş geldin dedi. “Bak sana
ne getirdim. Annem bugün yapmış, yalancı biber dolması. Çok güzel olmuş. Sana getirdim, yoksa
boğazımdan geçmeyecekti” dedim. Teşekkür ederek aldı. “Otursana” dedi. “Hayır, fazla kalamam,
eve dönmem gerekiyor. Yarın biliyorsun, senin de benim de girmemiz gereken dersler var” dedim
ve hoşça kal deyip pavyondan ayrıldım ve geldiğim gibi eve geri göndüm. Eve girdiğimde annem,
“verdin mi dolmaları arkadaşına” dedi. “Evet verdim anne” dedim.
Odama girip yatağıma uzandım, içimde tarif edemediğim bir huzur vardı.

KANTİTATİF DERSİ

Sonunda Akademideki son yılıma girmiştim ancak tüm sınavlarımı vermeme rağmen arkama
kuyruk gibi takılmış, ben nereye gitsem o da peşimden gelen bir Kantitatif dersi vardı. Dört normal
sınavdan başarısız olmuştum ve iki tane de ikmal sınavım vardı ve ben bu ikmal sınavlarının
birincisinde de yine başarılı olmamıştım. Kala kala son bir ikmal sınavım vardı, bu sınavdan ya
geçecektim ya da geçecektim; aksi taktirde Akademide geçirdiğim 4 yılım heba olup gidecek ve
sizin anlayacağınız bu benim için ölüm kalım meselesiydi.
Necmi, Akademiden mezun olmasının ardından Akademide hepimizin istatistik hocası olan Özer
Sarper Hocanın asistanı olmuştu. Tek çarem Necmi’den Kantitatif dersi konusunda yardım almaktı
ve de öyle oldu. Konuyu Necmi’ye açtım, o da akşamları evine gelirsem beni Kantitatif
çalıştıracaktı. Kabul ettim tabi ki.
Sınav gününe dek düzenli olarak akşamları Çekirge’de kaldığım evden Necmi’nin evine gittim.
Bununla beraber yine benim gibi Kantitatif dersinden ikmale kalan arkadaşlarıma Akademinin
arkasındaki yeni binadaki bir sınıfta Necmi’nin bana çalıştırdığı kantitatif dersini, kendim için de bir
tekrar yaparcasına, arkadaşlarıma anlatıyordum. Bu süreç yanılmıyorsam yaklaşık üç hafta sürdü ve
doğal olarak sınav günü gelip çattı.
Sınav günü, biraz da heyecanlı bir şekilde evden çıktım. Aklımda hep ‘ya bu son ikmal sınavında da
başarısız olursam ne yaparım, babama ne derdim’ düşüncesi vardı. Arkadaşlarla hep beraber
sınava girdik ve çıktık. Sınav iyi geçmişti. Geçeceğimi umut ediyordum, ama yine de notu kıt Özer
Sarper Hocanın ne yapacağı belli olmazdı. Necmi’ye sınav sonuçlarının ne zaman belli olacak diye
sorduğumda, “Özer Hocanın ne zaman okuyacağına bağlı” dedi. Kağıtların okunup ilan edilene dek
sürekli heyecan yaşayacağımdan hiç kuşkum yoktu.
Bir hafta sonra sınav sonuçları ilan tahtasında açıklandı. Orta almıştım, yani geçmiştim; öpüp de
başım koymalıydım, yani askere er olarak gitmeyecektim yedek subay olarak askerliğimi
yapacaktım. Eve geldim, babam daha gelmemişti. Odamda Pink Floyd’un “Another Brick İn The
Wall” adlı parçasını birkaç kez arka arkaya dinledim. Daha sonra dışarıya çıktım ve Hüsnü Güzel çay
bahçesine gittim. Bir hayli zaman geçirdikten sonra eve geldim.
Babam da eve gelmiş, yavaş yavaş akşam sofrasının kurulmasında anneme yardım ediyordu. Daha
içeriye girer girmez, büyük bir neşe içinde, Akademiden mezun oldum baba dedim. Babam şöyle
bir durdu ve “Haydi gözün aydın, tebrik ederim” dedi. Onca yılım heba olup gitmemişti. Odama
doğru giderken, Necmi’nin bu girdiğim son sınavımda ne kadar büyük bir katkısı olduğunu
düşündüm.